Kitaplar Değil, Hayatlarımız

İshak Reyna’nın yeni kitabı ‘Azınlık’ geçtiğimiz ay Doğan Kitap’tan yayınlandı. Kitap, bir çevirmen ve yayıncının mesleki hayatını yakın dönem Türkiye tarihi üzerinden incelerken aynı zamanda bu toprakların sosyolojik çeşitliliği ve bu çeşitliliğin getirdiği sonuçları da bizlere tüm çıplaklığıyla sunuyor.  



Kitabın başında okur olarak ana karakterimiz Edi’nin kendi ağzından anlattığı yaşam öyküsüne çekiliyoruz. Bu yaşam öyküsünün en kritik kısmı da bana kalırsa ve kitabın isminden de anlayabileceğiniz üzere Edi’nin Yahudi bir İstanbullu ailesinde doğması. Kitabın ilerleyen kısımlarında çokça bu durumun getirdiği olay ve sonuçlarını Türkiye tarihinin toplumsal ve sosyolojik olayları çerçevesinde inceliyoruz.  


Hikayenin başına döndüğümüzde ise Edi ilk olarak bizlere neden bu kitabı yazdığından bahsederek açıyor sohbetini. Ölümcül bir hastalığın pençesine düştüğünü bir dizi doktor kontrolünde öğrenen Edi, yaşadığı şokun ardından ilk içgüdüsünün bu kitabı yazmak olduğundan bahsediyor. Karakterimiz hayatını çevirmen ve çeviri yayıncılığı ile idame ettiriyor. Hatta kitabın bu kısmında hastalık haberini almadan önce aslında aklında bir Çeviri Yayıncılığı ve Editörlüğü El Kitabı hazırlama fikri olduğundan bahsediyor. Reyna’nın burada John Lennon’un sözü olan “Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” kalıbına gönderme yapması hoşuma giden detaylardan oldu. 


Yazarımız Edi kitabı neden yazmaya giriştiğini anlatmayı tamamladıktan sonra çocukluk döneminden itibaren hayatını anlatmaya başlıyor. Bu hikayenin başlaması ile bizler de toplumda o dönem ‘Azınlık’ olarak bahsedilen bir ailenin yaşam öyküsüne ortak oluyoruz.  


İstanbullu gayrimüslimlerin çoğunlukla oturduğu bir semt olan Şişli’de başlayan öykü, benim de aşinası olduğum Osmanbey, Harbiye, Kurtuluş, Beyoğlu ve Taksim hattında sürüyor. Eğer siz de bu durakların herhangi bir noktasında yaşamınızın bir kısmında bulunduysanız tespitlerin ve anlatılanların ne kadar gerçek hissettirdiğini sorgulanamaz bir onay hissiyle zevkle okuyorsunuz. Lokasyon ve bu lokasyonlarla ilgili verilen referanslar benim kitabı okurken son derece keyif aldığım anlar oldu.  


Bu bölümde yine aşina olduğum bir başka detay ise Edi gibi benim de göçmen bir aileden gelmem ve evde iki farklı dil konuşulmasının yarattığı çeşitlilik hissi. Edi’nin ailesinde özellikle anneannesinin evdeki çocuktan saklanacak bir şey olduğunda Yahudi İspanyolcası konuşmaya başlaması; benim de ailemde babaannem ile dedemin aynı durumlarda kendi aralarında Arnavutça konuşması ve akabinde anlamadığım için çocuk kafamla dalga geçmem çok yakınlaştırıcı bir detay oldu. Azınlık olmanın belki de avantajlarından biridir, değişik bir lezzeti vardır o dili bilmemezliğin. 


Karakterimizin henüz daha topluma karışmadan önce bile aile içerisindeki değişkenlere itirazı olduğunu çok yakından görebiliyoruz. Özellikle dini törenlerde ortaya çıkan tavır ve konsept, Edi’yi hayatının henüz başında hayal kırıklığına uğratan detaylardan biri oluyor.  


Yine de insana seçmediği, sadece içine doğduğu bir kimlik ya da aidiyetle toptancı bir hayat biçmek bana tuhaf geliyordu.” 


Kitap Türkiye yayın tarihi açısından da bence son derece kıymetli referanslara ev sahipliği yapıyor. Özellikle karakterimizin ilk yayıncılık deneyimi denebilecek Şalom macerası, dönemin gazetelerinin çalışma prensiplerinden bir kişiyi neden işe almaları gerektiğinin kısa bir özetine kadar her şeyi barındırıyor. Bu satırlar ayrıca bir azınlık yayını olarak sayılabilecek Şalom’un yayın politikasına baktığımızda o zamanların Türkiye’sinde ortaya çıkan bu tarz bir yapının nelere dikkat etmesi gerektiği ve bu işin zorluklarını da ortaya koyuyor. 


İlerleyen dönemde ne yazık ki terör olaylarının hedefinde olan bir topluluk olarak Yahudiler, son derece zorlu dönemlerden hayatlarının her alanında geçmek zorunda kalıyor. Bunun ilk örneği olarak ise 6 Eylül 1986 Neve Şalom Sinagogu’na düzenlenen saldırı olarak bizlere örnekleniyor. Ne yazık ki kitabın ilerleyen sayfalarında bu olaylar artarak devam ediyor. 


Burada önemli olan ise bu tarz olayların sadece bir terör saldırısı denilip üzerinin kapatılınca biten bir şey olmaması. Bu olaydan sonra karakterimizin yayın hayatında yaşadıkları zorluklar onun işine ve en önemlisi edebiyatla olan ilişkisine de olumsuz sonuçlar doğuruyor. Kitaba bu açıdan baktığımızda dönemin yayıncılarının çektiği problemleri görmek açısından bana kalırsa son derece kıymetli referanslar içeriyor. 


Kitabın gerçekten değerli olmasının asıl nedeni, toplumda o dönemde azınlık olarak belirtilen insanların hayatları boyunca yaşadıkları problemleri bir kişi üzerinden örnekleyebilmesi. Bunun en ciddi örneklerinden birini karakterimiz Edi’nin askerliğinde rütbe alamaması örneğinde görmek mümkün. Toplumda sadece kötü bir olay olduğunda değil, diğer insanlar için oldukça sıradan akışında da sıkıntılar olması, bu insanların nasıl zorluklardan geçtiğine dair büyük bir örnek. 


İshak Reyna’nın Edi’nin hayatını anlatırken gerçekçi çizgiden hiç şaşmaması ve belki de birazdan sayacağım tüm isimlere saygı duruşunda durması kitabı okuyan herkesin gönlünü okşayacağını tahmin ediyorum. Kitabın satır aralarında Türk Edebiyatı’nın değerli yapı taşları Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Tomris Uyar, Latife Tekin, Küçük İskender, Can Yücel, Yaşar Kemal, Selahattin Hilav, Sevin Okyay ve daha birçok ismin yer alması son derece kıymetli bir tercih. 


İlerleyen sayfalarda Edi ile beraber büyüyoruz ve toplumun sorunları da büyümeye devam ediyor. 11 Eylül Saldırıları, tekrarlayan patlamalar, Hrant Dink cinayeti ve Gezi Parkı Olayları yakın dönem Türkiye tarihinde hepimizin tecrübe ettiği olaylara bir de Edi’nin ayrıksı penceresinden bakma şansı sunuyor.  

Tüm bunların yanında yayıncılık ve çeviri yayıncılığının püf noktaları, fuarlara gelen kıymetli yazarlar ve hangi kitabın nasıl yayınlandığı-yayınlanmadığı kitapta çokça yer alıyor.  


Azınlık, bir yayıncının penceresinden ayrıksı bir bakış açısı ile bizleri, her gün yürüdüğümüz yollar, okuduğumuz gazete ve kitaplar, tanıştığımız ve konuştuğumuz insanlar hakkında geniş ufuklara sürüklüyor. Sadece bir yaşam öyküsü değil, aslında hepimizden biraz parçalar taşıyor. Bu açıdan sadece roman okuyucularının değil, sosyoloji ve tarih okuyucularının da bana kalırsa kütüphanesinde olması gereken kitaplardan biri. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar