Karnaval Tadında Bir Otobiyografi
Kendisini ülkemizde özellikle Breaking Bad ile tanıyan büyük bir topluluk olduğunu biliyorum. Albuquerque’ün -doğru yazım için Google’lamam gerekti- kalpazan avukatı, son derece uyumsuz ve şarlatan kıyafetleri ve ters orantıda yeteneği ile her seferinde sevilen karakterler Walter White ve Jesse Pinkman’ın arkasını toplayan o adamın gerçek yüzüyle tanışma vaktinin geldiğini düşündüm.
Bob Odenkirk bu kitabı Mart 2022’de yani hala pandeminin etkileri sürerken yazdı. Türkiye’de yayın haklarını Holden’ın almasının ardından Elif Nihan Akbaş çevirisiyle Haziran 2022’de ülkemizde de satışa sunuldu.
Kitabın giriş yazısında çok bariz bir şekilde başarısızlığa övgü mektubu bulunuyor. Odenkirk, okuyucuyu birazdan okuyacağı sayfalarda kendisine gülmeye davet ediyor.
“Ellerinizde bir başarısızlığı tutuyorsunuz, sevgili okur. İsterseniz “talihsizlikler” de diyebilirsiniz. Bakışlarınızı kaçırmayın! Gözlerinizin bocalayışlarımı dikkatle izlemesini istiyorum ve sizi bunlara gülmeye davet ediyorum. Hadi durmayın, alay edin benimle! Çünkü çok sayıda başarısızlık, alaycı kıkırtıları hak eder.”
Gerçekten de okur olarak ilerleyen sayfalarda onlarca ve hatta yüzlerce başarısız taslak, sunum, bocalama, çıkmaz sokaklar ve daha birçoğu ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
Yukarıdaki alıntıda ve tüm kitapta hissettiğim iç ses kesinlikle Saul Goodman’a aitti. Son derece akıcı, kimi zaman okuru yoracak kadar hızlı gerçekleşen olaylar ve bitmek bilmez tekrarlar bize bile ağır gelirken geçtiğimiz yıllarda geçirdiği kalp krizine hak vermemek de elde değil. Ama o bize hala lazım, “Show Must Go On Bobby!”
Özellikle gençlik yıllarında kalabalık bir ailede büyümenin trajedisini komediye çevirme içgüdüsü ile yetişmesinin, ilerleyen yıllarda alacağı yolun temellerinin sağlam atılmasına neden olduğunu görüyoruz. Hayatını bu kitaba bağlı kalarak ele alırsak kitabın adının son derece anlamlı olduğunu görürüz çünkü bizim Breaking Bad, Better Call Saul veya Nobody’den tanıdığımız bu adamın hayatının çoğunun aslında komedi sahnelerinde veya masa başında komedi skeçleri yazarken geçtiğini görüyoruz.
Gördüğüm kadarıyla çoğu zaman Hollywood rüyasının peşinde koşmak yerine içgüdülerini ve eğlenme arzusunu kendisine rota edinmiş bir karakter Odenkirk. Buna bağlı olarak da kariyer basamaklarında bahsettiği kırılmaların çokça yaşandığı ve başarısızlıkların da birçok kez karşısına çıktığını söylemek hiç de sürpriz olmuyor. Ki zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de kariyerlerinin ondan daha iyi olduğunu iddia ettiği arkadaşlarının kimi zaman ondan daha mutsuz olduğunu söylüyor.
Çocukluk bölümünün ardından neredeyse kitabın sonuna kadar uzun bir komedi sahnesi kariyerine giriş yapıyoruz. Bu kariyerin ilk kırılma anı ise şüphesiz tesadüfen girdiği bir kitapçıda Amerikalı ünlü oyuncu koçu Del Close ile karşılaşması ile oluyor. Olayın şokuyla aklına ilk gelen fikir olan basit bir röportaj teklifinin ardından Close, Odenkirk’e koçluk yapmaya başlıyor.
Kitabın bir diğer işlevi bence tiyatroya gönül veren herkesin ilgisini çekebilecek sonsuz sayıda referans barındırması. Dönemi bizzat yaşamış biri olarak Odenkirk 20. Yüzyılın birçok stand-up gösterisine ve oyuncusuna atıfta bulunuyor.
Chicago’da geçen yıllarının ardından Odenkirk kendisini New York’ta ünlü program Saturday Night Live’da buluyor. Rockefeller Center bağlamında bütün bir New York gösteri sistemini eleştirirken aldığı tavrın aslında çok da iç ısıtıcı bir bakış açısı olmadığı kesin. Zaten kendisinin bu tarz işletmelerden çok bir bar gösterisine gönül verecek bir karakterde olduğunu söylemek de yanlış olmaz. O dönemlerde Amerika ve diğer ülkelerde büyük sükse yaratan bu mizah şovlarının arkasındaki ekibin yaşadığı haklı veya haksız gerilimin komedinin doğasına aykırı olduğunu söyleyebilecek kadar cüretkar.
“Dürüst olmak gerekirse kahkahalar ve seyirciler bile kendilerini kanıtlamaya çalışıyormuş gibi ümitsizdi. O kadar çok deneme yapılıyordu ki, içten ve basit bir komikliğin meydana gelme ihtimalini cidden düşürüyordu bu.”
Büyük aktörlerin, sanatçıların veya işinde başarılı olan herkesin yüzüne bakınca genel olarak toplumun ilk gördüğü ne kadar harika olduğu üzerine bir algı oluyor. Herkes o kişi olmak istiyor. Lakin işin arka planına baktığımızda her başarılı öykünün aslında bir o kadar hırpalanmanın üzerine kurulduğunu görmek işten bile değil. Özellikle konu Hollywood’a ucundan biraz dokununca herkes süper kahraman gibi ilgi görürken aslında belki de bir odada yalnız, başı avuçlarının arasında kaç gece geçirdiklerini çoğu kişi bilmiyor. Biyografi kitapları tam olarak bunun için var ve bu tarz konular ne kadar çıplak yazılırsa o kadar gerçek hissettiriyor.
SNL’daki yıllarının sadece hırpalanma ile geçmesi Odenkirk’e belki de gerçekten ne yapmak istediğinden çok ne yapmak istemediğine dair dersler veriyor. Bir yeri zamanında terk etmenin önemini bu noktada vurgulaması aslında hayalperestlikten çok bir olgu olması gerektiğini bizlere gösteriyor. Ülkenin en büyük komedi şovundan yazar olarak ayrılırken aslında yazarlık kariyerinin o anda başladığından bahsedecek kadar cesur bir tavır.
“Gerçek bir özgüven, iblislerin cesaretini kırar.”
Kitabın bu noktasında bir başka parantezi es geçemeyiz. SNL ekibinden bir başka deha Chris Farley’in yüksek doz nedeniyle hayatını kaybetmesi de Odenkirk üzerinde büyük bir travma bırakıyor.
İlerleyen dönemde ise asıl bomba patlıyor. Odenkirk ve kadim dostu David Cross’un ikonik komedi programı Mr. Show; eşcinsellik, ırkçılık, din ve popüler kültür gibi son derece tehlikeli bir çizgide 4 sene boyunca yayın yapıyor. Emmy ödüllü programın anlatıldığı bu bölümde yaşadığımız gelgit komedinin hangi çizgide yapılması gerekliliğinde. Sonuç ise her iyi komedyenin bildiği gibi her çizgide. Odenkirk’e göre ise nedeni basit. Her şaka kendi içerisinde bir şeyleri rahatsız eder.
Ofansif komediden bahsetmişken The Office’den söz etmeden geçmek olmaz. Kitabın dört gözle okuduğum bölümlerinden olan bu kısımda Odenkirk’in ikonik Michael Scott karakteri için seçmelere katılması ve Steve Carell’ın seçilmesi hakkında söyledikleri son derece ilgi çekici.
“Amerikalılar katıla katıla gülmeyi pek sevmezler, o yüzden uyarlamada karakter biraz değiştirilmişti. Ama o özel karakterden ziyade dizinin yapılma şekli -bir senaryodan doğaçlama- müthiş bir cazibeydi. Bu çekim tarzının serbestliği bir aktör olarak yer alabileceğiniz en saf eğlencedir.
Office’teki işi çok istesem de alamayınca o kadar üzülmedim. Carell o rolü harika canlandırdı, benim de çamurun içinde hem yoluna koymam hem de kahkaha attırmam gerek bir sürü işim vardı. Hollywood’un moral bozukluğunu aşmanın bir yolu da bütün “hayır”lara rağmen yeni şeyler yapmaya devam etmektir. Sizi bu oyuna sokan neşeyle bağınızı bir şekilde korumak.”
Bir Office bağımlısı olarak ufak bir tüyo vermeyi borç bilirim. Odenkirk 9. sezon 16. bölümde karşımıza bir başka şirketin patronu olarak ve paralel evrende bir Michael Scott rolüyle konuk oyuncu olarak yer alıyor. Ayrıca sitcom dizilerinden bahsetmişken How I Met Your Mother setinde yaşadığı anılardan da bizi mahrum bırakmıyor. “Şimdiye kadar çalıştığım en keyifli set ortamıydı!” diye ekliyor. Bu dizide de kendisini bir başka ikonik karakter Marshall Eriksen’in patronu rolünde 8 bölümde Arthur Hobbs olarak görüyoruz.
Tüm bu işlerin ve birkaç farklı filmin ardından kitabın en keyif aldığım ve gözlerimi kırpmadan okuduğum o kısma geliyoruz. Breaking Bad ve Saul Goodman macerası başlıyor...
Bob Odenkirk, bu proje kendisine gelmeden hemen öncesinde bir şekilde beş parasız bir şekilde kaldığından bahsediyor. Çalışma masasına yığılmış onlarca senaryo arasından bir tanesinin hayatının en önemli projesini olduğunu bilmeden kederle otururken temsilcisinden gelen bir telefonla kırılma anı yaşanıyor. Kendisine bir diziden bir avukat rolü için teklif geldiğini ve kabul etmesi gerektiği söyleniyor.
Bu kısımda dizinin adını ilk duyduğu andan bahsederken tavrı gerçekten kahkaha attıracak cinsten. Aklına ilk olarak gelen şeyin çölün ortasında donla dolaşan bir adamın posteri olduğunu söylüyor.
Dizi çoktan çekilmeye başlanmış halde teklif geldiği için Odenkirk senaryoya sonradan dahil olacak bir karakter rolü için isteniyor. Teklifi kabul edip etmemek arasında kaldığında ise diziyi izleyen dostları -evet o sırada kendisi diziyi izlemiyor- ona dizinin çok iyi olduğunu ve rolü kabul etmesini söylüyor. O da arkadaşlarının zevkine güvenerek rolü kabul ediyor.
Hayatınızda böyle arkadaşlar olsun.
How I Met Your Mother nedeniyle istenilen ilk 4 bölüme müsait olmaması ise bir başka karakterin doğumuna yol açıyor. Breaking Bad yönetmeni Vince Gilligan, birkaç hikaye çıkaracak başka bir karakteri devreye sokuyor ve dizinin soğuk tetikçisi Mike Ehrmantraut karakteri böylelikle diziye idareten katılıyor, diziyi izleyenlerin bildiği gibi bu karakter de zihnimizde sonsuzluğa uzanıyor.
Bu bölümde Odenkirk, çekimlerin başlamasından kısa bir süre sonra set ortamına uyum sürecini anlatıyor. Özellikle Bryan Cranston ile kimyasının ilerlediği kısımlar son derece ilgi çekici.
Biraz sonra okuyacağınız alıntı ise işleri bambaşka noktaya taşıyacak bir fikri son derece masum bir tavırla evrene iletiyor.
“O ilk sahneleri çekerken eğlendim. Kimse bana “daha büyük oyna” demedi ve konsantre olduğumu hissettim. Özellikle de kameranın çok yakında olmasını, en küçük tercihlerin bile ekranda görünmesini çok sevdiğimi hatırlıyorum. Komedide çok bağırılır, fısıldayabilmek gerçekten güzeldi. Saul’un hukuk bürosundaki o ilk sahnenin çekimlerinin arasında bir yerde, Saul’un bir sürü şey zırvalamasından sonra, kameranın çevresindeki itiş kakışın içinden bir set çalışanı, “spin-off’ta çalışabilir miyim?” diye bağırdı. Herkes güldü.
Buraya sonra geleceğiz.
Breaking Bad’in kaderi özellikle 3. sezon civarı Netflix’in diziyi yayınlamaya başlaması ile değişince dizinin izleyici kitlesinde bariz bir artış meydana geliyor. Bu noktada ise şöhret denilen kavramın içten içe Odenkirk’ün hayatına girdiğini görüyoruz. Artık bir kafeye veya restorana girdiğinde tanınmamak için çaba sarfeder hale geliyor. Bu konuda ise en rahat kişinin Bryan Cranston olduğunu söylüyor. İnanırım çünkü Cranston’un onu gören hayranları ile birden çok kez dalga geçtiğini biliyorum.
Breaking Bad’in finalinin ardından yaşananlar ise az önceki alıntının devamı şeklinde yorumlanabilir. Dizinin yapımcıları gerçekten de Saul Goodman karakterine bir spin off dizisi çekme fikrini tartışmaya başlıyorlar ve birkaç red cevabından sonra Odenkirk ikna oluyor ve bu rolü de onaylıyor.
Bir Better Call Saul izleyicisi olarak daha önce de fark ettiğim şekilde aynı karakter bu dizide bambaşka bir kişiye dönüşüyor. Breaking Bad’de hayat dolu, kaçamak, ağzı durmayan Saul Goodman bu dizide olabildiğine sessiz, kapkaranlık ve dramatik bir rolde karşımıza çıkıyor. İtiraf etmeliyim ilk sezonda bir izleyici olarak sıkılmıştım çünkü olaylar Breaking Bad’deki kadar akıcı ilerlemiyordu ve karakterimiz çok ama çok dramatikti. Sanırım Odenkirk de oynarken yakın hislere kapılmış.
“Tüm bu coşkun duygular yıpratıcıydı. İlk sezonda Jimmy’nin derin duygularının keskin yoğunluğu beni feci benzetti. Bunu kabul etmekten nefret ediyorum ama bir oyuncunun sızlanmasını duymak istiyorsanız beklediğiniz an geldi! Bu büyüklükte bir rolün duygusal bir bedeli olduğunu düşününce şaşırdım. Altı ay boyunca kendi kişisel kaygılarım Jimmy’nin dertleriyle birleşti. O karmaşık kişisel sevgi ve nefret ağı, kabul edilmek için verdiği çaresiz mücadele. Beni yıprattı.”
İlerleyen dönemde ise sanırım ikimiz de rollerimize alışmış durumdayız. O başrol ben de izleyici olarak oldukça keyif alıyorum. 4. sezonu dün akşam bitirdim. Bu arada bir kitap hala izlediğiniz bir dizi hakkında bir şey yazıyorsa onu okumayı o an bırakın ve önce diziyi bitirin. Başrolden spoiler yemek hiç hoş değildi.
Kitabın son kısmında ise birçok kişinin aklında efsanevi otobüs sahnesi ile akılda kalan Nobody adlı aksiyon filmi hakkında Odenkirk’ün fikirlerini bulmak mümkün. Bu kısımda tamamen cehaletimden beni şaşırtan bilgi ise aslında filmin yapımcısının bir başka efsane John Wick’in yapımcısı Derek Kolstad olması oldu. Bu sayfaları okurken kafamda bazı noktalar daha çabuk birleşti. Özellikle kanunları nasıl eğip bükebileceğini son derece eğlenceli şekilde düşünen bir avukatın bir anda azılı bir intikamcı olduğunu görebilmek saygı duyulası bir andı.
Kitabın geneline baktığımızda işten işe savrulurken aslında basit çizgiler dahilinde hareket eden bir sanatçının rotasını izliyoruz. Bu rotada Odenkirk’ün tavrı genelde kar etmek yerine daha fazla eğlenmek ve iyi hissedebilmek adına yaptığı işlere yatkın. Otobiyografilerde ana sorun kişinin kendisini sakınması olabiliyor, bu kitapta bunu çok fazla yaşadığımızı söyleyemeyeceğim çünkü bir kısımda penisine çorap geçirip sahneye çıktığı rezil bir anı bile bizden sakınmıyor. İyi bir biyografi kitabının tadı yazarıyla sohbet ediyormuşsunuz hissi bırakır ve siz bir süreliğine onun en yakın arkadaşı ve sırdaşısınızdır. Bu kitabın da iyi bir biyografi kitabı olduğuna şüphe yok. Bana kalırsa sadece Breaking Bad veya Better Call Saul veya diğer işlerinden Bob Odenkirk’ü tanıyan insanların ilgisini çekebilecek bir kitap olmasının yanı sıra gerçekten tiyatro ve komedi dünyası için de gerçek bir referans ve arşiv kitabı olması niteliği bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında sahneyle uğraşan insanların da ilgisini kolayca çekebilecek ve yalayıp yutabilecekleri bir eser olduğunu söylemek mümkün.
Ben yazımı burada sonlandırırken sözü bu yazıda son kez Odenkirk’e devrediyorum.
“Burada esas mesele şu ki, genç oyuncu-yazar kardeşim, bu iş için bir köy gerekir, o yüzden düşmandan çok dost edin. Burada kanseri tedavi etmiyoruz... Birer kafa dağıtıcıyız, ki bu da şüphesiz dünyada yaşamı mümkün kılan en önemli şey çünkü dünyadaki yaşam öylesine kasvetli ve acı dolu ki, verilebilecek tek ve en iyi yanıt BAŞKA TARAFA BAKMAK! Biz, insanlara başlarını çevirdiklerinde bakabilecekleri bir şeyler sunuyoruz. İyi bir iş bu.
Yorumlar
Yorum Gönder